Karlara vurup akseden ay ışıkları ruhumda ızdırap haline geldiği anda aklıma bir düşüş düşersin ki…
An olur hayalinle çağlar ötesi “gül çağına” ulaşırım, an olur uzakta olmanın hicranıyla iki büklüm bu çağda o capcanlı, mahcup, renkli ve derin gözlerinde bütünleşirim.
Seni gökler ötesi âlemlerde düşünmek isteğiyle hayalimde kim bilir kaç kez Zümrüdüanka kuşuna binip kafdağına varmak için sevdamı saklar gibi yüreğimde taşıyıp, seni sevdiğimi söylemek için kendimi zorlamışımdır. Heyhat ki tam sana kavuştuğumu zannedip dokunmak için ellerimi uzatmışım da ellerimi bir tütsüye değdirmiş gibi dağılan dumanları kaç kez mahcupça izlemişimdir. Ağzımı açıp konuşmak istediğimde dilimin dilim yumağı haline gelmesi ve konuşmak istediklerimi birbirimizden kaçırdığımız gözlerimizle anlatmayı ve gülücüklerle saklamayı bilmişimdir. Ve daha ne kadar sürer gider bu olay sessiz dünyamda…
Sen ne kadar uzaktaysan bana o kadar yakınsın. Zaman ve mekân engel değil demeyi ve haykırmayı isterdim. Çünkü sen, ZAMANLA SINIRLI OLAN DEĞİL, SINIRSIZLIĞI YAKALAYAN YÜREĞİMDESİN, KALBİMDESİN. Seni düşündüğüm zaman sonsuzluğu tarif edeni düşünür sonsuzluğu yakaladığımı hissederim. Sensizlikten şikâyet etsem de vuslatın tadını bana tattıracak o değil mi? Şikâyet yerine bana ilham verdiği için ona borçlu olmam gerekmez mi?
Ölümüm; kuşların, baharının bitişiyle baharın yeni başladığı diyarlara göç etmesi canlılığın ve güzelliğin peşinde koşması olmalı ona kavuşturmalı, ona kavuşturmayan bahara kavuşmalıyım ve bu sessizliği bozmalıyım…
|
|